Sevgili Yedi Yaşım,
Büyümek hiç de hayal ettiğimiz gibi bir şey değilmiş. Korkuyorum, korkuyorsun farkındayım. Yaş almak, boyunun uzaması, ayaklarının üzerinde durmak hiç kolay değilmiş. Hayat o kuş tüylü günlüklerime yazdığım şeyler gibi güzellikler sunmadı ne yazık ki. Pembe elbiseler, ışıklı ayakkabılar sadece küçükken çekici geliyormuş. Büyüdükçe siyahın içinde kayboluyor insanoğlu. Ama hala hayattayım, siyahlara büründüm, renklerin isimleri bile aklıma gelmiyor. Eskiden uzasın diye her gece Allah’a dua ettiğim saçlarımı şimdi her geçen gün bir öncekinden daha fazla kesiyorum. Fakat kendimi ayakta tutmak için, yaşamak gibi bir gayem var. Yorucu, keyifsiz ama değer. Mutlu olamadık henüz. Ama yakındır beyaz, bembeyaz günler. O yüzden yedi yaşım, merak etme, yaşım on yedisine bastı ama ruhum hala Rapunzel desenli yorganın altında fırtınanın dinmesini bekliyor. Fırtınanın sona ermesine az kaldı, güneşli günler yakın. Çok yakın…
MEHİR KIZ’IN ANNESİ
“Anne!”
“Kızım dur geliyorum. Açma sakın kapıyı…”
“Açtım bile!”
“Mehir!”
Bu kız neden hiç lafımı dinlemiyordu ki? Daha yedi yalındaydı ve bu kadar hareketi, bu deli cesaretini kimden almıştı anlamıyordum. Ağaçtan ağaca atlıyor, sağına soluna bakmadan yoldan geçiyor ve ne olursa olsun elimi tutmuyordu. Zaten zorluklar bittiğinde bırakacakmış, bırakacağım eli neden tutayım diyor birde.
Evin dış kapısının önünde kocaman bir kargo paketinin yanında durmuş yazanı okumaya çalışıyordu.
“Kimden gelmiş kızım?” diyerek yanına çöküp kutuya bakmaya çalıştım.
“Adaşım göndermiş, Mehir Teyze’mden…”
Kargo kutusuna uzanıp gönderen kısmına baktım. “Bak anne, Mehir Atamanoğlu yazıyor.” Sonra ayağa kalkıp zıplamaya başladı. “Hadi anne açalım. Geçen gün söylediğim oyuncak setini göndermiştir.” Dedi hevesle.
Çığlık atarcasına paket koruyucularını parçalayıp kapağı açtı. Ama açmasıyla da yüzünün düşmesi bir oldu.
“Ama anne ya, oyuncak yok bunda.”
Boyu kadar kutunun yanına çöküp çatık kaşlarla kollarını birleştirdi. Kutuyu kendine çekip içine baktığımda ağzım bir karış açılmıştı.
Mektuplar…
Mektuplarım…
Hemen yanlarına da zarfları koymuştu. Bir de alafrangalı pullarım…
Sarı kağıtlara inat mavi kağıtla yazılmış notu elime aldım.
“Bu mektuplar bende bir kutu yer kaplıyor. Ama sende bir gençlik… Gençliğini, en güzel yıllarını sana gönderdim. Merak etme, sadece bir kutu…”
O an ben, ben değildim. Otuz sekiz yaşındaki Güler gitmişti de yerine on yedi yaşındaki hali gelmişti sanki. Sanki bu satırları okurken de kapı çalacakmış bir mektup gelecekmiş gibiydi.
“Anne?”
Dolu dolu gözlerle bana şaşkınlıkla bakan kızıma baktım. Mehir’ime… Ne zamandan beri bunu bekliyordu o da; ona yaşadığım masalı anlatmamı.
“Mehir, kızım uyku saatin geldi. Hadi gidelim de sana hikaye anlatayım…” dedim elinden tutup oturduğu yerden kalkmasına yardımcı olurken.
“Masal anlatsan olmaz mı? Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel, Külkedisi, Rapunzel…”
“Sana bugün onlardan daha güzelini anlatacağım.”
Merdivenleri çıkıp odasına doğru yürümeye başladık. Bir eli benim elimdeyken diğer elinde de kargo parçası vardı.
“Peki tamam, adı ne,?”
Yatağına uzanıp yanına oturmam için pikesini kaldırdı.
“Bu hikayenin bir adı yok.”
“Neden anne?”
“Çünkü bazen öyle hikayeler olur ki ya yaşarsın ya da dinlersin. Yaşarken de dinlerken de aklına bir isim bulmak gelmez.”
“Neden annee?”
“Çünkü o hikayenin adı zaten içindedir. Adı içinde olanlara da hikaye denmez.”
“Ne denir?”
“Masal…”
Mehir, ben daha birkaç cümle kurmuşken birden uykuya daldı. Nasıl bir çocuktu anlamıyorum. Çok değil on dakika öncesine kadar hoplayıp zıplayan kızım şimdi sanki saatlerdir uyuyormuş gibi uyuyordu. Fazla ses çıkarmadan yataktan kalkıp gece lambasının ışığını kıstım. Sakin adımlarla odasından çıkıp kendimi koridorun ortasına saçılmış halde duran mektupların yanında buldum. Hepsini yeniden kutuya koyup salona taşıdım. İğreniyordum o iğrenç mektuplara elim değdiği için. Kendi tenimi sökesim gelmişti bedenimden. Kutuyu şöminenin içine atıp üzerine de tutuşturucu döktüm. Tam kibriti yakmış atacaktım ki kapının eşiğinden bana bakan Kadir’le göz göze geldim.
Kocam…
Bana uzun uzun bakıp yanıma çöktü. Tek kelime etmeden elimdeki kibriti alıp bir sigara yaktı. En büyük zaafım onu sigara içerken izlemekti. Nedenini bilmediğim bir şekilde Kadir’i sigara içerken izlemek beni sakinleştiriyordu. Sanki o dumanı her içine çekişinde içimdeki acılardan çekiyordu beni. Ben boynumu bükmüş onu izlerken o sigarasını bitirip ayağa kalktı.
“Şömineyi yakmana gerek yok, ev çok sıcak. Sabah kahvaltı için ben erkenden kalkar yakarım. Hem ayrıca yeterince odunumuz da var diye düşünüyorum.” Bana şefkatle gülümserken elinden tutup ayağa kalktım.
“Ama ateşi harlamak lazım. Bir iki kağıt parçası fena olmaz.” Beni kolunun altına alıp odamıza doğru yürürken konuşmaya devam etti.
“Bir iki kağıt parçasını değil gençliğini yakmak istiyorsun ama sen. İnan bana şöminedeki ateş değil içindeki ateş harlanır böyle.”
Hem konuşuyor hem de geceliğimi giydiriyordu bana. Saçımdaki tokayı çıkarıp saçlarımı omuzlarımdan aşağı bıraktığında birden ağlamaya başladım. Aklıma sırf ağlamak için bahane olsun diye saçlarımı kestiğim lise yıllarım geldi. Boğazım düğüm düğüm oldu, konuşamadım. Ben ağladıkça Kadir sustu, zaten pek konuşmazdı benimle saçlarımla ilgili. Eski halimle ya da o zamanlarla ilgili. On yıldır evliyiz bir kere bile sormadı sırtımdaki kemer izlerini, kollarımdaki sigara yanıklarını, façaları ve her gece sıçrayarak uyanıp uyumayışımı. Mehir anlatmış belliydi. Ama ne yaşadığımı ne hissettiğimi unutturmak için hep bir çaba halindeydi. Ağlamam durgunlaşınca beni kendine doğru çekip sarıldı.
“Zorunda değilsin ama anlatmak ister misin?”
Elleri saçlarımda gezinirken gözlerimdeki yaşlar tamamen durmuştu. Ne anlatacaktım ki ben? Salaklığımı, aptallığımı ya da bile isteye hataya nasıl yaptığımı mı? Kollarımı bedenine biraz daha sarıp derin derin nefes aldım.
“Ya da vazgeçtim boş ver hadi uyuyalım.” Diyerek başucu lambasına uzanırken konuşmaya başladım.
“Lise son sınıfa geçmiştim.”
Işık söndü, ama Kadir kulaklarını tıkamadı bana. Dinlediğini belli edercesine sırtımı sıvazladı.
“O zamanlar depresyondaydım. Annem beni evin hizmetçisi olarak görüyor, babam okutmam diyor ağabeyim sürekli kazandığı asgari maaşı yüzüme vuruyordu. Ailemden sevgi görmüyordum anlayacağın. Eve üç maaş giriyordu ama cebimde ne beş kuruş vardı ne de üzerimde yeni kıyafetler. Babam sürekli üzerimdeydi. Hem ders çalışmama engel oluyorlardı hem de üniversiteyi kazanamazsam neler olacak sürekli onları söylüyordu. Mehir’le Gülendam’ı biliyorsun; onlarla aynı sınıftaydık. Onlar bana sürekli ders notları falan verirdi. Yardımcı olurlardı. Aramız çok iyiydi. Bana iyi gelen, faydası dokunan ve her daim yanımda olan sadece o ikisiydi. Düşün annem bile ders kitaplarıma fazlalık derken onlar beni sınava hazırlıyordu. Neyse sıradan lise zamanları gibiydi onlar için. Yaptıkları tek şey ders çalışmaktı, aileleri sadece onlara değil bana da destek oluyorlardı.” Derken birden gülmeye başladım.
“Annem beni insan yurduna koymazken onların yanında kendimi ailemde gibi hissediyordum. Tam o aralar da bana bir mesaj geldi.” Dedikten sonra birden kaskatı kesildim. Bu halimi Kadir fark etmiş olacak ki yeniden sırtımı sıvazlayıp saçlarımdan öptü beni.
“Hidayet diye birinden. Mahalleden arkadaşım vardı Sema; bir de erkek arkadaşı vardı Serdar; onun en yakın dostu. Ben istemedim ilk başta. Aynı yerde yaşamıyorduk bir kere ve ailemden yana yüzüm gülmedi bir de bir erkek beni üzerse dayanamazdım. Ama Mehir bana ‘Arkadaş ol, benimle nasıl konuşuyorsan onunla da öyle konuş’ dedi. Aradan ne kadar zaman geçti hala konu açılmaya dursun hemen ‘Çok pişmanım arkadaş olmana izin verdiğime’ der. Neyse işte ben bu Hidayet’le arkadaş oldum. Nereden bulduysa numaramı da bulmuş, arada konuşuyoruz falan. Sonra nasıl oldu bilmiyorum ben ona karşı arkadaşça duygular beslememeye başladım. Her söylediği söz beni o kadar etkiliyordu ki, o hallerim aklıma geldikçe iğreniyorum kendimden.”
Kadir birden başını başıma yasladı. Elleri hala sırtımda ve saçlarımda gezinirken biraz sakinleşti hızlı hızlı atan kalbim.
“Annemler o ara aldığım nefese bile karışıyordu. Sonra dediler ki artık telefon yok, ben de oturdum kara kara düşünüyorum nasıl konuşacağım bu çocukla diye. Derdime bak! Neyse ben işte mesaj attım buna, dedim annemler telefonu alıyor, o da bana tamam sorun yok mektup gönderirim ben sana dedi. Ama benim mektup göndermek pul alıyoruz ya hani, ona verecek param bile yok. Mehirlere anlattım onlar aldı bana puldur, zarftır falan. Gelen mektupları Mehir PTT’den alıp bana getiriyor ben okuyorum, cevap yazıyorum. Sonra Mehir onu tekrar gönderiyordu. Altı ay falan böyle geçti. Fotoğraf istemişti benden, bende sınav için çektirdiğim vesikalık fotoğrafımı göndermiştim. Babası hariç herkes görmüş beni. Herkes beğenmiş, onun deyimiyle imtihanı geçmişim. Bir de o Urfa’daydı. Ne kanlı canlı yanımda görmüştüm ne de sesini hemen yanımda duymuştum. Ben daha nasıl nefes alıp verişini bile bilmediğim bir züppeye aşık olmuştum anlayacağın. Onunla yatıyor onunla kalkıyordum.”
Bu sefer kendimi çok mu çok garip hissetmiştim. Kadir’e biraz daha sıkı sarılıp başımı boyun boşluğuna gömdüm.
“Sonra bir gün mektubun birini çantamda unutmuşum, annem gördü. Bana o gece bir tokat attı Kadir, bir metre uzağımdaki duvara yapıştım resmen. Anlat bana babama anlatmayacağım, dedi. Lafım biter bitmez babamı arayıp her şeyi anlattı.” Dedikten sonra sesim gitti birden. Yutkunamadım. Gözümden yaş akmıyordu ama ağlamış gibiydim.
“O gece bir türlü sabah olmadı. Eve gizledikleri telefonu bulup Mehir’in kardeşi Hicran’ı aradım. Kimliğimi bile saklamışlardı, kaçarım diye. Sonraki sabah babam eve girer girmez bana ‘Hazırlan hastaneye gidiyoruz’ dedi. Nedenini ben sormadan bağırarak söyledi. Bekaretim hala var mı ona baktıracakmış.”
Kalp atışlarım o kadar hızlı atmaya başladı ki, sanki o günü yeniden yaşıyordum anlatırken. Kollarımla daha da sıktım Kadir’i. Aklıma geldikçe beni defalarca kez korkutan şeyi şimdi anlatıyordum.
“Hazırlandım, eşarbımı yaptım. Montumu giydim babamın ayağa kalkmasını bekliyordum ki babam bağırıp çağırmaya başladı. Hem kızıyor hem ağlıyordu. Çöktüm kapının eşiğine ben de ağladım. O akşam annem işten gelince mutfakta beni sıkıştırdı, elinde bir bıçak beni tehdit ediyordu. O kadar ağır laflar söylüyor iftiralar atıyordu ki; babam araya girmese delik deşik etmişti beni. Babam, konu kapandı, deyip annemi susturabileceğini düşündü ama olmadı. Babam işe gidince annem konuşmaya başlıyordu: Kime verdin kendini, saatin kaça, bir yerlerini çekip de o soysuza attın mı, o sana attı mı mahrem yerini… Hatta en son dediği şey de ‘İnşallah eve karnın yüklü gelirsin’ oldu. Olanı biteni ağabeyimden gizlediler uzun bir süre. Ama o süre boyunca ben evde resmen hapis hayatı yaşadım. Her saat arayıp inceden inceden laf sokuyor, beni kimseyle görüştürmüyordu. Hatta Mehirlere gitmek istediğim de Mehir için neler söyledi neler.”
Kadir’in nefes alışını bile duymuyordum. Kendini sıkmış bir şekilde beni dinliyordu canım sevgilim.
“Sonra bir cesaret kırtasiyeden fotokopi çıkarttırdım. Sözde bir gezi varmış, öğretmen kontrolünde olacakmış falan filan… Annemlere imzalattırıp ilk Urfa otobüsüyle Urfa’ya gittim. On sekiz saatin sonunda otogara indiğimde babamların yeni aldığı hat ile onu aradım. Açtı… Kimsiniz, dedi. Ses versene, dedi. Sonra babam sandı suskunluğumdan, yine küfür mü edeceksiniz, dedi. Ama ben tek kelime edemedim. Tabi o konuşurken ben ağlıyordum ama sesimi ben bile duymuyordum. Öyle sıkıyordum kendimi.”
Kadir hafif kıpırdanıp pikeyi üzerimize örttü. Bu aslında ‘biraz dinlen’ demekti. Ama dinlemeye kalkarsam yarım kalırdı bu da, her şey gibi…
“Bir vakit sonra tutamadım kendimi hıçkırarak ağlamaya başladım. Durdu, durdu ve Güler, dedi şaşkınlıktan dili tutulmuşçasına. Ben ağlamaktan konuşamıyordum. Ama zar zor ‘Ben Urfa’dayım’ dedim. Demez olaydım, gitmez olaydım, yaşamaz olaydım. Babamın laflarından sonra devam etmesi mümkün değilmiş, bir gururu haysiyeti varmış, ailesi bilse yaşatmazmış bizi ve böyle bir adamın kızıyla yani benimle konuşmak bile onun namusunu kirletirmiş.”
“Vay şerefine tükürdüğüm!”
Kadir daha fazlasını söylemek istiyor ama beni bölmek istemiyordu. İçten içe söylediğini sesli söylemesi kısa süreliğine olsa da ikimizi de güldürmüştü.
“Bakma sen bana, hadi devam et. Namusu kirlenirmiş, ee?”
“Birden ağlamam durdu bunları duyunca. Kim için ne için kendimi heba ettiğimin farkına vardım ve yine bulduğum ilk otobüsle yeniden eve döndüm. Artık konuştuğum ve bana iyi gelen üç kişi vardı; Mehir, Gülendam ve Hicran. Onlar sayesinde biraz da olsa toparlanmıştım. Ama mezuniyet gecesi her şey yerle bir oldu. Hayallerim, hedeflerim, gençliğim… Her şey o gece bitti.”
Kadir bana çok daha sıkı sarıldı. Artık nefes alışlarını duyuyordum ve sırf onun kalp atışlarını duyabilmek için sustum.
“Okulun mezuniyet gecesi için bir AVM’nin düğün salonuna gitmiştik. Ben mezuniyetteyken babamlar ağabeyime her şeyi kendilerince anlatmışlar. Tam böyle çıkmışım ortada nasıl oynuyorum, bir baktım ağabeyim montunu bile ters giyecek kadar sinirli bir şekilde bana doğru geliyor. Hatta gelmiyor uçuyor resmen. Ben ağabeyime doğru yürürken Mehir birden araya girdi ve ağabeyimin bana atacağı tokadı o yedi. Ağabeyim bir afalladı kaldı ama Mehir sanki tokadı hiç yememiş gibi başını kaldırıp bana baktı. Yanağında beş parmak iziyle güldü bana. Sonra koluma girip ağabeyime baktı uzun uzun. Tabi bütün gözler bizim üzerimizde, herkes bize bakıyor. Ağabeyime baka baka aynen şunu dedi ‘Gülçin sen kesin evlatlıksın.’ Tabi ağabeyim bu lafla birlikte şaşkınlığını atıp bu sefer Mehir’e doğru yürüdü. Kapının girişinde annemle babamda vardı ve annem ağabeyime gururla bakıyordu. Sanki çok göğüs kabartacak bir şey yapmış gibi. Ama bilmedikleri bir şey vardı; Mehir savunma sporcusuydu. Üzerindeki yırtmaçlı elbiseye aldırmadan ağabeyimi alıp yere yapıştırdı. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Aslında içten içe de gülüyordum. Hak ettiğini bulmuştu sonunda ama annemin ‘erkeğim’ diye seslendiği oğlunun yanına yana yakıla geleceğini hiç düşünmemiştim. Kimse ağabeyimi Mehir’in elinden alamıyordu. Ağzı burnu yer değiştirmişti resmen. Annem gelip de Mehir’e ortalık malı diye bağırınca Mehir bu sefer gülmeye başladı. Bir saat sonra karakoldaydık ve Mehir kendisine saldıran birine saldırdığı için haklı durumundaydı. Ama annemi bir gör, oğlum da oğlum, oğlum da oğlum yıktı ortalığı. Sonra kamera kayıtları izlendi. Annemler AVM’ye girerken Mehir’i kötüleyerek girmişler. Mehir’in babası annemin ettiği küfürleri duyunca annemden şikayetçi oldu. Babam ‘Ne derdin var karımla?’ dediğinde de; ‘Kızımın itibarını iade edeceksiniz’ demişti.”
Durdum biraz nefes alabilmek için. Kadir bundan sonrasına aşina gibiydi ama hiçbir şey bilmiyormuş edasıyla bana sarılmaya devam etti.
“O gün bir de ben şikayetçi oldum annemlerden. Bana yaşattıklarını tek tek anlattım polislere. Geceyi orada geçirmemiz gerekiyormuş ama Mehir’in babası araya girip beni kendi evlerine götürdü. Karakoldan çıkmadan önce babamın ‘Bir daha eve gelme!’ diye bağırmasına Mehir’in babası benimle daha çok ilgilendi. Sınava girdikten sonra üniversite yerim açıklanana kadar onlarda kaldım. Beş ay boyunca on yedi yıl görmediğim sevgiyi onlarda gördüm. Beni Kara Harp Okulu’na onlar bıraktı. Her ay Mehir’e harçlık gönderirken bana da gönderdiler.”
Doğrulup gözleri dolu dolu bana bakan Kadir’e yeniden baktım.
“Bir gün bile aramadılar beni biliyor musun? Beni Balam diye seven babamla aynı şehirde yıllarca yaşadık ama hiç karşılaşmadık. Sen beni Mehir’in babasında Yavuz Amca’mdan istedin. Benim gelin kuşağımı o bağladı, o sarılıp ağladı bana.”
Kadir konuşacakken durdurdum onu. “Ama bir kere bile yokluklarını hissetmedim. Çünkü o ev bir yaşama kampı gibiydi. Ye, iç, hizmet et ve canlarını sıkma…
Ama çok sonra bir de öğrendim ki Hidayet benimle görüşmek istiyormuş.” Kafamı sağa sola salladım. “Yapılan hatayı bir kere daha yapmak ahmaklıktır. Ve ben adı doğru yol olan o yanlış yolda bir daha yürümemeye ant içtim.”
“Sonra?” dedi boğuk bir sesle.
“Sonra sen geldin işte. Benden sigara içmek için çakmak isteyen öğretmen adayı Kadir, şimdi yanımda; yanı başımda.”
Gerçekten de öyle olmuştu. Sadece kendimle konuştuğum dar zamanımda Kadir’le tanışmıştım. O sigarasından dumanı çektikçe acılarım içimden gitmişti. Dermanı olmayan yaralarımın merhemini bulmuştu. Sarıp sarmalamak konusunda ehlileşmişti.
“Hidayet sözde beni unutamadığını her şekilde dile getirdi bana. Mesajlar, telefonlar, duygusal yönden beni etkilemek için mektuplar… Hatırlar mısın bilmiyorum düğünümüzün sonuna doğru seni kendime doğru çekip uzun uzun öpmüştüm. Sen de bana aslında utandığımı ama neden böyle bir şey yaptığımı sormuştun.”
Kadir kafasını evet der gibi sallarken konuşmama devam ettim.
“Evleneceğimize inanmadığı için ona davetiye göndermiştim. Yüzsüz bir de utanmadan gelmişti. Onu o an gördüğümde seni öpmekten değil onun gibi biriyle birlikte olduğuma utandım. O gün bugündür de utanmıyorum seni öpmekten, sevmekten. Sana kadın olmaktan, senin hayatında olmaktan ve sana evlat vermekten…”
Gözleri gözlerimdeyken dudaklarıma kaydıktan sonra belki de hayatta bana en keyif veren şeyi yaptı; beni koklayarak öptü. Tıpkı koklayarak sevdiği gibi koklayarak kucakladı. Sonra dudakları saçlarıma gitti. Hani lisede acıyı iliklerime kadar hissetmek için kestiğim saçlarım var ya, işte onlara. Tokayı çıkarıp komodine bırakırken saçlarımı belimde hissetmek bu sefer canımı yakmak yerine yaralarımı kapatmıştı.
Kadir beni kendine doğru çekip sarılırken gözlerim saate kaydı. Saat tam 03.41’di. Benim içimin ilk kez böylesine rahat olduğu an işte bu andı.
Sonra elinde küçük oyuncak bebeği ile Mehir girdi. Bir eliyle gözünü ovalarken diğeri ile de yatağa tırmanmaya çalışıyordu. Teyzesi kılıklı çok düşkündü uykuya. Koyma adımı bana çeker, demesine aldırmadan bebeğimin adını Mehir koymuştum. Nasıl beni hayata döndüren arkadaşımsa beni hayatta tutacak olan da onun adını taşımalıydı.
Benim adım Güler’di. Ama bir sorsanıza kaç kere güldün diye. Kaç kere katıla katıla kahkaha attın, kaç kere mutlu oldun? Olmadım. Ben adımın hakkını vererek yaşamadım. Ben hep ağladığım duyulmasın diye güldüm. Kahkaham hep hıçkırıklarımdandır. Ve ondandır gülerken bile bir şekilde ağlayışım…Siz size adınızın hakkını verdiren insanları aile bilin kendinize, sizin adınızı hiçe sayanları değil…
Ama ben gerçekten mutluydum şu an. Artık içimdeki ateşi harlayacak beni üzen bir gençliğim yoktu. Baktıkça gülecektim, gülecektik. Ne hatalar yapmışım be, deyip kendimle dalga geçecektim. Kocama eskisinden daha sıkı sarılacak ve gözünün içine daha çok bakacaktım.
Ben artık bir insan gibi yaşayacaktım!
“Ve Sevgili Yedi Yaşım,
Artık mutluyuz! Hadi… Huzur içinde uyu…”
BU HİKAYE GERÇEK BİR HAYATTAN ALINMIŞTIR. İSİMLER FARKLI OLSA DA YAŞANAN DUYGULAR VE ACILAR OLDUĞU GİBİ AKTARILMIŞTIR.
Yazar : Mahi Nur Başol
Sitemizin Sol Alt Köşesinde Yer Alan Bildirim Tuşuna Basarak Yazılarımızı İlk Siz Görebilirsiniz !!!!