Bu ülkede binlerce genç var, aileleri müslüman olmasına rağmen kendisi din düşmanı olan. Bu ülkede binlerce genç var, İmam-Hatipli olmasına rağmen namaz kılmayan. Yüz binlerce insan var, bilmesine rağmen yapmayan. Milyonlarca insan var, deve kuşu misali kafasını kuma sokan. Öyle bir sistem ki eğitmeyen eğitim sistemimiz, öğretimi sadece öğretmekle bırakan.

Okullar şuurun ş’sini bulamadığımız sınıflar ve koridorlar dolu. Neden oturduğumuzun anlamını dahi bilemediğimiz sıralarda yılları eskiterek koca bir zaman çöplüğü inşa ediyoruz. Bir değil yüz değil bin değil, yüz binlerce insanı köreltiyor ve unutturuyoruz unutmaması gerekenleri. Tablo ne kadar vahim olursa olsun polyanacılıktan taviz vermemekse kendimize yaptığımız başka bir zulümden gayrısı değil.

İlahiyat mezunu olup öğretmen olan kız tesettürü anlatırken tesettürsüz olabiliyor. Keza mezun olan erkekte namazı anlatıp namazsız olabiliyor. Hatta dinini daha iyi öğrenmek için girdiği fakülteden dinsiz olarak çıkabiliyor bir insan. Allah cc hepimizi muhafaza buyursun. Sadece şunu soralım, biz nerde yanlış yapıyoruz?

Mânâyı yitirdik.
Belki de bilgi, dilde ve not kağıtlarında kaldığındandır. Kalbe inmeyen, ruha işlemeyen, şuura dönüşmeyen bir bilginin bize hangi feraseti ki hatta cesareti sunacağını düşünebilirdik ki?

Liseye giderken bir öğlen arası tam namaz vakti mesciddeydik. Ben, arkadaşlarım ve diğer sınıflardan bazı kızlar vardı. O gün sohbet olacağı söylenmişti bir hoca gelecekti. Hoca geç kaldı. Her neyse, vakit girince biz namaza durduk. Sünneti kıldım, sohbet yapacak hoca hanım geldi. Bayan müdür yardımcımızda onlara eşlik etmiş. Sonra biz namaza devam edecektik ama durdurdular. Oysaki birazdan derse de yetişmemiz gerekecek. Farzı kılmadıysanız bekleyebilirsiniz dendi ve bizde sohbeti dinlemeye başladık.

Mescid normalde o kadar kalabalık olmazdı. Sevinmiştim aslında sohbet olacak ve sayımız fazla diye. Ama ne bileyim, içime oturdu namazımızı durdurmaları. Sonra hoca başladı anlatmaya. Namazın ‘nasıl’ kılınacağından bahsetti genelde. ‘Neden?’ kılınacağına dair bilgiyi kalplere daha önce işlemek gerektiği kanaatindeyim. Belki de oradaki gencecik kızlar namazın manâsını idrak etselerdi, hoca anlatmasa da çıkışta eve gittiğinde abdest nasıl alınır illâki öğrenirdi. Abdestin farzının 4 olduğunu daha sonra öğrenselerde olurdu vesselâm. Ne de olsa, nasıl kılınacağından evvel neden kılınacağını idrak etmek daha evlâ gelirdi.

Etraf, neyin nasıl yapılacağını bilen insanlarla dolu. Neden yapılacağınıysa, kalbinde bir yere koyamamış ve aklında mekân tutturamamış dolu insan. Nice insan namazı tesettürü hakikati haramı helali birçoğumuzdan iyi biliyor olabilir. Bildiği kadar değildir ki insan, yapabildiği kadardır. O halde insana, bilmekten evvel şuur gerekiyor.

İşte buydu Hz. İbrahim’e batıp gidenleri sevmem dedirten. Benim Rabbim bunları da yaratandır dedirten buydu. Bunun adı şuurdu. Ne okumakla, ne bilmekle, ne yazmakla ne de anlatmakla nakledilemeyecek olan şey; şuur.

Bunu sadece bilgi değil de şuurla yazdığımı nerden bilebilirsiniz ki? İdrakına vararak okuduğunuzu ya da öylesine kelimeler arasında göz gezdirip gezdirmediğinizi nerden bilebilirim ki?

Bir şeyler konuşuluyor. Birçok dalda ilimler öğreniliyor, hatta daha iyi ‘bilmek’ için diller öğreniliyor. Bin bir türlü fetvalar ortaya çıkıyor. Bir şeyler oluyor, hep bir şeyler. Hep okunuyor, yıllar devriliyor. Bunun için maddi manevi birçok feragat göz kırpmadan ortaya seriliyor.

Sonra mı ne mi olabilir?

Bilmem ne üniversitesinin bilmem ne fakültesinde bilmem kaçıncı tezini yazan profesör imansız gidebilir. Okuma yazması dahi olmayıp belki de yarım yamalak ezberiyle 5-6 sureyle yıllarca namaz kılan neneleriniz dedeleriniz Cennet’e gidebilir. Görünende çok bilen kalbine indiremediğinden hesaba tutulabilecek olurken, ne kadar az biliyor olsa da Rabbi için hareket etmenin idrakına varan belki de yaptıkları hürmetine Cennet’e gidebilir.

Bu adalet sistemi öyle mükemmel ki, başvurulan şey kalp oluyor. Daha iyi bir kalp için, bildiklerimizi anlamlandıralım meselâ. Hatta, ‘şuura ne kadar dönüşmüş, ben onu hayatıma ne kadar nakşedebiliyorum’ sorularıyla bu yolculuğa başlayabiliriz.

O halde kalbimize iyi bakalım, çok mes’ulüz oradan.


Yazar : Fatma Kara

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen İsminizi Girin