“Milletlerin istikbali için tarih yazmak yapmak kadar önemlidir.” Der Osman Turan. Hayatımız bu cümlenin içinde saklıdır. Tarih yapmak için yazmak önemlidir, yazarın elindeki tek dayanak budur. Her millet için en önemli değer kendi tarihidir fakat Türk Tarihi kendini sadece değer olarak değil, Türk Cihan Hâkimiyeti başlığı kadar üstün görmeli hatta bunu göstermelidir.
Osman Turan ise, 1914 yılında Trabzon’da gözlerini açmıştır. Ve 1987’de İstanbul’da adını nesillere aktarmak üzere aramızdan ayrılmıştır. Bu tarihlerin arasındaki yaşam sürecinde kendine bir şeyler katmak ve insanlığa bunları anlatmak için çaba sarf etmiş ve en azından kendisi için karşılığını almıştır. Bize bıraktığı birçok kitap ve makale arasındaki en büyük eseri az önce bahsettiğimiz en güzel başlığı ile bu kitabı miras bırakmıştır. Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi…
Millî, dinî ve insanî ideallere bağlı bir milletin, asırlarca, nasıl bir Cihan hâkimiyeti mefkûresine erişerek yükseldiğini, “Nizam-ı âlem” davası ile başka milletlere ne derece adâlet ve nizam getirdiğini anlatır. Türklerin, tarih boyunca, kıtalara hâkimiyeti bellidir; fakat bu gücün manevî ve mefkûrevi âmilleri hakkında gerektiği gibi şu zamana kadar düşünülmemiştir. Bu durum Türk milletini, tarihini ve medeniyetini anlamakta, hatta İslâm ve Hıristiyan dünyalarının tekâmüllerini idrak etmesinde zorlanılmasına sebep olur. Bunların yanı sıra yeni neslin her şeylerinden bir habersiz yetişmesine mahkûm olunur. Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, diğer eserlerinde işlediği ortak hususları anlatması ve Türk Tarihinin sisler ardındaki arka planını öne çıkarması bakımından yazarın en önemli eseri kabul edilir.Cihan dünya, hâkimiyet egemenlik, mefkûre ise ülkü yani ardından koşulan uğraşılan demektir. Bunların sembolü ise Kızıl Elma’dır. Dünya’ya adalet, kültür, uygarlık, nizam getirebilecek ve kelimelerin en başında yer alan ise Türk’lerdir. Adı gibi şanlı bir geçmişi olan Türkler 2500 yıllık sürecinde dünyaya hâkim olma zihniyeti, bu durumda hep vardı ve var olacaktır. Yazara göre ilk cihan hâkimiyeti Oğuz Kağan tarafından kurulmuştur. Ve bu tarih sahnelerini bilmek öğrenmek her vatan evladının sorumluluğudur. Özelliklede bu dönemde parçalara ayrılmış ve bir türlü birleşemeyen Türkler adına Osman Turan “Turan coğrafyasını tanımak ve bir araya getirmek Türkiye Türkleri’ ne borçtur.” Demiştir.
Osman Turan’a göre tarihe bakıldığında insanda madde ve ruh dengenin her zaman maddenin lehinde olduğu görüldüğünü söylemiştir. Turan; “Zaten atomdan kainata, küçük âlemden (mikrokosmos) büyük aleme (makrokosmos) kadar büyük cihanşümul nizamın bir çekme ve itme kuvvetleri muvazenensin ilahi bir ahengini teşkil etmiyor mu? Buna göre, insan kendisini maddenin yönlendirici gücüne bırakırsa aklını şer aleti olmaktan kurtaramaz” der. Dolaysıyla manevi değerlerin sarsılması ve bunun da sonucu olarak bireyin ve toplumun zayıflaması-çöküşü ile toplumların yükselişinin temelinde de ruh ve madde muvazenesinin oluşumunu görmektedir. Bu sonuçla Turan’ın toplumsal ve tarihsel bakışı açısının kilit mefhumlarından olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan yola çıkarak, Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresini benimsemesinin nedenini ve Türklerin tarihsel başarılarını bu konumlara dayanarak yorumlamaktadır. Türk nizam-ı âlemi bu durum neticesi olduğu gibi aynı zamanda bu dengenin koruyucusudur, diyerek kitabın aslında hangi kapsam ile yazıldığını açıklayabiliriz.
Osman Turan bu tür unsurlara çok değinmiş ve asırlardır kendini bir hedefe adayan Türkleri kitabında yazmıştır. Kendi milleti ile övünmeye hakları olan Türk milleti yine aynı hedefte dünyaya hâkim olma düşüncesi ile ilerlemesinin vurgularını yapmıştır. Şu ana kadar Türklerin adı geçmeden hiçbir tarihin olmadığı bu dünyada her daim farklarını ortaya koyduklarını kültür, miras, düşünce, milli duygulara bağlı olarak sürekli tarih sahnesinde rol aldığını satır satır dökmüştür. Osman Turan, Türk milliyetçiliğinin tarihî biçimini Türk cihan hâkimiyeti ülküsü olarak tanımlamıştır. Türkler her anlamıyla diğer milletlerden öte farklarını en çok da inanç anlamında koyduğunu söyleyen Turan; “ Türkler başka milletlerden farklı olarak daha peygambere sahip olmadan kendi anlayışları ile tek bir Tanrı inancına yükselmişler; milli ve insani duygularla birlikte tarih sahnesine çıkmışlardır. Dünya tarihinde bu müstesna vasıflarla tanınan maddi manevi kuvvetlerin imtizacı ile de asırlarca cihan hâkimiyeti mefkûresine bağlanan Türkler, İslamiyet’i kabul edince bu yeni dinde kendi ruh ve mefkûrelerine bularak daha yüksek bir mevkie sahip oldular. İslamiyet ve Türklük sıfat olarak öyle kaynaşmıştır ki artık İslam Türklerin milli dini mahiyetini kazanmış iki unsurun birbirinden ayrılması mümkün olmamıştır.” Demiştir. Şu anda dahi bu cümlelerin önemini fark ettiğimiz vakitlerde bu uyarıyı dikkate almamamız ya Türkiye Türkleri olarak ya da asimile olarak yok olacağımızın bir tespitidir. Çünkü her şey inanmak ile başlar. İnandığı ve mücadele ettiği bu yolda da ölür. Bu yüzden bir inancı yok etmek en büyük darbedir. Seyyid Taha Arvasi’nin Tasvir-i Efkar’da bir yazısından: “ Kim ne derse desin; İslam kavimlerinin başbuğu Türk’lerdir! İşte Alparslan, İşte Fatih, İşte Selim! İslam dinini yayanlar Araplar, yazanlar acem, himaye edenler ise Türk’lerdir. Ecdatları ile övünmeye hakları vardır.” Diyerek özetleyebiliriz.
Türklerin “Nizam-ı âlem” davası ile başka milletlere ne derece adâlet ve nizam getirdiğini de bu kitapta açıkça görürüz. Türk haricinde başka bir millet verdinde görülmeyen bu tutumlar karşısında ilelebet Türkler en yüksek mertebeye layık olarak kalacaklardır. Başkaları kendi yarattığı kahramanlar ile övünürken, Türkler bu denli yeni kahramanlar doğurmaya devam edecektir. Şu konuya da açıklık getirilmelidir ki; Hep tartışılan, bence gereksiz bir konu olan, Türk müsün Müslüman mı? Veya Türklük mü önce gelmeli İslam mı? Sorularına Osman Turan, en güzel cevabı verir; “Türklük ve İslam zat ve sıfatça öyle bir kaynaşmıştır ki İslam, Türklerin milli dini mahiyetini kazanmış bu iki unsuru birbirinden ayırmak mümkün olmamıştır.” Bu ifadenin üzerine artık başka bir tartışma yapılmamalıdır. Hak ve Son din olan İslam’ın 1450 yıllık tarihinde bin yıla Türklerin damga vurduğu gerçeğini kabul edince bu tartışmaların da kendiliğinden son bulması gerekir. Son bulmuyorsa bu tartışmaları yapanlar art niyete sahip kişiler olduğu görülür. Bu tür insanlar ise günümüzde açıkça hala algı yaratmaktadırlar.
İlk bakışta yadırganması mümkün olan bu inceleme ve düşünce kitabı aslında mana ve derinliğine göre anlayıp yorumlanırsa hiçte öyle görünmeyeceğini fark ediyoruz. Çünkü Türk milliyetçiliği içinde Osman Turan’ın bu özgünlüğü, bir taraftan Türk cihan hâkimiyeti düşüncesine tarihsel, kültürel, toplumsal ve felsefi temeller araması, diğer taraftan da genellikle toplum ve tarihe, özellikle de Türk tarih ve toplumuna dinsel bir çerçeveden bakmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. Elinizdeki kitabın hedefi ise Osman Turan’ın milliyetçi ve muhafazakâr suretini genel hatları ile betimlemeye yönelik bir eser olmuştur.
Öte yandan, Turan’a göre kitapta yazdığı çalışmalarında Türklerin başarısı sadece askeri kudretle açıklanamaz, der. Bu askeri kudretin yanı sıra milli ahlak ve gelenek üstünlüğü de söz konusudur. “Nitekim bir Hun imparatorunun, Türklerin Çinlilerden daha kudretli oluşlarını, milli ahlâk ve an’anelerinin üstünlüğüne bağlaması dikkate şayandır.” Kendi yazısında da belirtmiştir. Türklerdeki kahramanlık kültünü unutmamak lâzımdır. Ölümü esir düşmeğe tercih eden bir Hun hükümdarının “ölürsek, dünya durdukça kahramanlık şöhretimiz yaşayacak; oğullarımız ve torunlarımız başka milletlerin başbuğları olacaktır” demesi, çok anlamlıdır. Türkler ölümü dahi şan olarak görür ve en güzel en şanlı bir şekilde ölmeyi her şeye tercih etmiştir. Birçok düşünceyi tasvir eden Osman Turan, dikkatimizi çeken şu konu üzerinde de durmuştur ki; Türkler kendi kudreti ile tüm dünyaya gösterdiği insani yaklaşımları ile medeniyet tarihinde önemli etkiler bırakmış bir millettir. Bu nedenle de belki de günümüzün en büyük problemi olan durumu Türk tarihine bir bütün olarak bakılmasının gerekmesidir. Çünkü Türkler ne Türkiye Cumhuriyeti ile ne de Osmanlı ile var olmuştur. Birçok kişi bu tür durumları kendi emelleri için kullansa da bu durum birliğimizin zedeleyici unsurlarından bir tanesidir. Gerçekten Türk Tarihi ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde anlamlı ve bütün yönleriyle ortaya çıkarılabilir. Mete Hanın kullandığı, Bumin Kağan veya Bilge Kağanın kullandığı hitabet sözlerini Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman veya günümüz Türkiye’ sinde de bulunan önemli gelmiş geçmiş siyasetçilerin kullandığını görürüz. Bunun içindir ki tarihimiz ancak bir bütün olarak kabul edildiğinde anlamlı ve güçlüdür. Osman Turan da bu kitapta tam da bu güçlü bütünlük ilişkisine vurgu yapmıştır. Cihan Hakimiyeti ile bağdaştırdığımızda bir bütün olarak görmemiz gereken Türklerin kendilerini tanrının seçilmiş bir milleti olarak tanımlayarak siyasal iktidarın kaynağını tanrısal olarak nitelemelerinin bir sonucu olarak çıkarılabilir. Turan’ın Türk tarihi yorumu, kendi anlamını toplumun dışında arayan ve onu tanrıya göndermek yaparak kurgulayan, dolayısıyla ayrıcalık olarak bölünmüş bir toplum anlayışıdır. Diğer bir deyişle, kendi anlamını tanrıya gönderme yaparak oluşturan ve kendini ona borçlu gören bir toplum tasarısıdır. Turan’ın düşüncesinde de Türkler kendilerini tanrıya borçlu olarak görmüşlerdir. Bu çerçevede, cihan hakimiyeti mefkuresi, siyasi iktidar, yöneten ve yönetici ilişkisi de aslında bir borçlu ve alacaklı ilişkisin somutlaşmasıdır.
Anlatıldığı üzere Osman Turan’dan önce ve günümüze kadar böyle büyük bir mirasın olmadığını vurgu yapmak gereklidir. Genel olarak kitapta ne anlatıldığını kısmi şekilde geçmiş olsak da sonuç olarak kısaca Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, Hunların kurulduğu Milattan önce 220’li yıllardan 1850’li yıllara kadar ki dönemde Türklerin kurduğu devletleri ele alır. Onların cihan hakimiyetini inceler. Hunlarla başlayan kitap II.Mahmut dönemi ile biter. Osman Turan’ın bu kitabı dünya üzerinde birçok tarihi kitaptan üstünlüğü bizce unutulmamalıdır. Yeni nesil için en güçlü ve ileri bir yapıttır. Böyle düşünmemizin sebebi ise Osman Turan’ın özellikle kitabı oluştururken Arap, Fars, Bizans, Süryani ve Ermeni kaynaklarından fazla fazlasıyla yararlanmış olması bu da kitaptaki bilgilerin güvenilirliğini artırmış sağlamlığını güçlendirmiştir. Bu yapıtı ölümsüzleştiren unsurları öğrenme şerefine herkesin ermesi gerekmektedir.
Prof.Dr.Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Ötüken İstanbul 2019, 28.Baskı, s.560
Yazar : Beyzanur Saldıran