Osmanlı’da Harem Sistemi

0

Müslümanlığın, Türklüğün hatta insanlığın zirvede olduğu, en büyük mücadelelere, en büyük zaferlere konuk olmuş ; zerafetin , letafetin insanlarda yük olmadığı bir medeniyet hayal edin .

Devlet sisteminin, otoritesinin bir nakış gibi işlendiği , herkesin birbirini aşağılamadan hoşgörü içinde yaşadığı, birbirine saygısı olduğu, şairlerin gerçek bir şair, insanların gerçekten insan olduğu bir ülke…

Aklınızdan geçeni biliyorum.
Osmanlı İmparatorluğu.

Kimdi bu Osmanlılar?
Yöneticileri, devlet sistemi, saray sistemi, ülke içinde yaşayan insanlar kimdi?
Neydi onları bu kadar ahlaklı yapan şey?

Dört kıtaya, onlarca farklı milletteki insanlara hükmetme gücünün onlara verilmesinde ki sır neydi?

Halifeliğin layığı olan padişahlar nasıl insanlardı?

Cihan padişahlarını yetiştiren analar nasıl analardı?

Saf sevgiyle her daim eşlerinin yanında olan sultanlar nasıldı?

Şimdi derince bir nefes alalım ve Osmanlı Devletini her haliyle anlamaya çalışalım.

İlk olarak hanım sultanlardan başlamak istiyorum. Saraya ilk geldiklerinde nasıllardı, daha sonrasında nasıl bir eğitimden geçip donanımlı insanlar olup bu mübarek insanların anası / eşi olma şerefine nayil olmuşlardı onlara bir bakalım.

Harem sistemi bildiğiniz üzere hanımlara ait bir alan. Belirli kırmızı çizgilerin olduğu bir yer. Hareme kafasına göre herkes girip çıkamaz. Padişah bile. Bilinenin aksine padişah hiçbir durumda hareme giremezdi, Topkapı Sarayına gidenler bilirler padişahın odası bir uçta harem bir uçtadır. Haremin başında valide sultan vardır ; haremi valide sultan idare eder.

Kanuni Sultan Süleyman’a kadar olan padişahlar, Türk beylerinden ve gayrimüslim diğer devletlerden hanımlarla nikahlanmışlar. O dönemdeki padişahların çoğu kuruluş döneminde olduğu için bu evlilikler devletin ilerlemesi hususunda çok yardımcı olmuştur.
Nikahlandıkları hanımlar çeyiz olarak mensup oldukları devletin topraklarının bir kısmını Osmanlı topraklarına katıyordu.
Devletin ilerleyip yükselmesiyle padişahlar yalnızca cariyelerle nikahlanmayı uygun görmüşler.

Fethedilen topraklardaki gayrimüslim kadınlar alınıp saraya getirilirdi.

Öncelikle kızların dinlerine karışılmazdı, isteyen istediği vakit Müslüman olur istemeyen ise kendi dinini yaşardı.
Becerilerine göre eğitim alırlardı.

Bir söz vardır bilirsiniz; Osmanlı da hiçbir kuş yüzmeye hiçbir balık uçmaya zorlanmaz.
İşte tam bu fikir ile yürütülürdü eğitim sistemi.

Dikiş-nakış, oymacılık gibi zanaatların yanında güzel yazı yazma , musiki, matematik, coğrafya gibi birçok eğitim de verilirdi . Arapça ve Farsçayı mükemmel konuşurlar, bu dillerin yanında Fransızca gibi Avrupa dilleri de öğrenirlerdi.

Haremde kalan kızlar becerilerine göre kalfalığa yükselir, bazıları da padişahın hizmetine verilirdi.
Hizmetlerinden dolayı belli bir ücret de ödenirdi.
Kızlar saray hayatında ilerledikçe kültürlü, saygın ve iyi eğitimli ‘saraylılar’ olurlardı halk arasında.
Eğer saraydan ayrılmak isterlerse belirli bir maaşa bağlanıp ayrılır veya münasip birileriyle evlendirilir ; evliliği istemeyen kızlar ise ömürlerinin sonuna kadar saray himayesinde yaşardı. Ama bu zamana kadar kendi rızasıyla saraydan ayrılmak isteyen veya saray hayatının kötü olduğunu söyleyen hiç kimseye rastlanmamştır.

Önceden dediğimiz gibi padişah hiçbir suretle hareme giremezdi. Valide sultan haremdeki kızlar arasında en iyi olanını seçerdi padişah için. Tabi haremdeki ‘en iyi’ olmak sadece güzellikle alakalı bir şey değildi. Becerilerinde en iyi olan seçilirdi. Diğer cariyeleri padişah hiçbir zaman bilmezdi.

Padişahın cariyeleri has odaya alınır, hamile kalırlarsa bunlara ‘ikbal’ veya ‘haseki’ denirdi. Bu makama gelen ikballer artık azat edilip saraydan çıkarılmaktan kurtulurlardı.
Şehzade doğduğu zaman bu hanımlara ‘haseki sultan’ unvanı verilirdi.

Kölelikten valide-i muazzama makamına yükselirlerdi. Dünyada hiçbir devlette kölelikten sultanlığa yükselindiği görülmemiştir.

Sultanlar saraya geldikleri vakitten itibaren devlet terbiyesi ile büyüdüklerinden devleti padişah gibi yönetebiliyorlardı.
Bu sultanlara da saltanat nâibesi deniyordu.
Saltanat naibeliği Yavuz Sultan Selim Han’ın eşi Ayşe Hafsa Sultan’la başlayıp, Sultan 1.İbrahim’in eşi Hatice Turhan Sultan ile zirve dönemini yaşamıştır.

Bu hanımlar her şeyden öte birbirleriyle hayır işlerinde yarışmışlar. Hepsi farklı beldelerden, farklı devletlerden gelmelerine rağmen hiçbir zaman devlete ihanet etmemişler.
Osmanlı saray kadınları, Osmanlı tarihinin ayrılmaz değerli bir parçası olmuş, hepsi de devlet gibi düşünmüşlerdir.

Yazar : Ebrar İnce

Sitemizin Sağ Alt Köşesinde Yer Alan Bildirim Tuşuna Basarak Yazılarımızı İlk Siz Görebilirsiniz !!!!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen İsminizi Girin