Bir yolculuk istiyorum, kendime geldiğim…
Kendimi Beyoğlu’nun sokaklarına attım. Gidiyordum ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Solumda baloncu abi hemen yanında midyeci… İnsanların ayak sesleri, konuşmalar… Biraz ilerde içleri tıklım tıklım insan dolu kafeler, yürüyorum ama içimde kırık bir kalp ile. İnsanlar nereye gidiyordu, ben nereye gidiyordum? Bir kafeye girip, çay içip, kendime geleyim diyorum ama hangi kafenin önüne gelsem “Burada olmamam gerekiyor. “hissi… Biraz daha yürüyorum. Sokak şarkıcıları dikkatimi çekiyor zira müziği çok severim. Bağlamayı görünce duruyorum ve Sivas yöresine ait türküyü dinliyorum. “Bu yarayı dosttan aldım.” Bu söz içime oturdu, gözümden bir damla yaş düştü. Hemen kaçtım, sanki gönlümdeki yaradan kaçarcasına… Kaçıyordum neyden ve nereye bilmiyordum. İnsanlara çarpa çarpa ilerliyorum, bir ara sokağa giriyorum. Yavaşlıyorum, derin bir nefes alıyorum. Etrafıma bakıyorum, eski sahafçılar var. Sokak resmen kitap kokuyordu. Sanki eski bir kitabın içine düşmüştüm. Sahafçılardan bir amca beni çağırıyordu. Eski, mavi kapılı dükkana doğru ilerledim. Kapının üstündeki tabeladaki yazı dikkatimi çekti. “Hiç pervâne için meşâle yanar mı?” Bir ân düşündüm, nasıl bir soruydu bu? Pervâne âşıktı, mum onun için yanmayacakta ne için yanacaktı? Aklımda divânece sorular vardı. Bismillah diyerek içeri girdim utana utana. Beni çağıran amca;
-“Huzurla geldin kızım.”dedi
-Huzur buldum amca.
-Seni buraya ben çağırdım bilir misin?
-Nasıl yani amca?
-Eee kızım senin gönlünde bir dert yok mu, dert dermanı duyar. Gönüller diyarında suallere yer yok bilmez misin? Sustum ve başımı eğdim. Amcada sustu. Bir vakit sonra kalktı, derin bir nefes aldı. Kitapların arasından eski ve kalınca bir kitap getirdi. Ben merak içinde amcayı izliyordum. Kitabın sayfalarını kokladı, birinci sayfayı öptü. Kitabı açtı, önüme koydu. ve “oku!” dedi hiddetli bir şekilde. Açtığı sayfayı okumaya başladım.
Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen
Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Durakladım bir an bu Şeyh Galibin gazeliydi. Elimdeki kitap Galib dedemin divanıydı. Tam bunları düşünürken amca;
-Galib deden Allah’ın insana verdiği değeri bu gazelinde muntazam bir şekilde açıklamış kızım. Sen neden kendini bu kadar değersiz görüyorsun, neden?
Ne diyeceğimi bilemedim zira gazeli tam manasıyla anlamamıştım. Üstelik benim kendimi değersiz gördüğümü nereden biliyordu bu amca…
-Gönlüne sesleniyor Galib deden. Aklınla dinleme onu, anlayamazsın. Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yıkıksın, kırık dökük bir haldesin hâlbuki sen tılsımlı bir hazinesin. Bilmez misin kızım hazineler virânelerdir. Eğer kendini harab virâne olarak görüyorsan bil ki, içinde nice hazineler vardır. Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın. Bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin. Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin. Sen Allah’ın sırrısın , Meryem’in oğlu İsa gibisin…
Ben çok şaşkındım. Bu zamana kadar okuduğum, şerh ettiğim gazeller bana hiç bir şey katmadığını düşündüm. Boşuna mı okudum o kadar gazeli…
-Hiç bir şey boşuna değildir kızım. Sen şuan yanıyorsun, kül olmadın ki bu okuduklarının sırrını anlayasın. Son beyti üç kere tekrar eder misin?
Tamam manasıyla kafamı salladım.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Üç kere okudum, her okuyuşumda daha iyi anlamıştım sanki.
-Hayır, olmadı bir daha oku! Bir daha okudum. Sonra tekrar okudum, sonra tekrar… Kaç kere okudum bu beyiti bilmiyorum.
-Senin aklın, gönlün başka bir beyitte. De hele bana hangi beyitte takılı kaldı gönlün?
Biraz düşündüm. Sonra aklıma kapıdaki soru geldi.
-“Amca kapıdaki soru… O sorunun cevabını merak ediyorum.” dedim.
-Cevabını bulmak için soruyu anlaman lazım. Soruyu anlaman için ise bu beyti kalbine yerleştirmen gerek.
Kafam çok karışmıştı. Amca yerinden kalktı ve sobanın üzerindeki çaydanlıktan iki bardağa tavşan kanı renginde çay döktü ve döndü. Ben utancımdan başımı kaldıramıyordum.
-Çayını iç sonra ikindi namazını kılmak için hanım teyzen sana yoldaşlık edecek.
Çayımı bitirdim, içerden çok tatlı bir teyze çıkıverdi. Beni koluna aldı, küçük bir odaya -mescid diyebilirim- götürdü. Oda bomboştu. Yeşil bir seccade vardı ortasında. Kıbleyi gösterdi daha sonra;
-Kıblen gönlün olsun kızım. Allah kabul buyursun namazını dedi ve çıktı. Namazımı kıldıktan sonra bütün bu olanları düşündüm. Bir anlamı olmalıydı bu olanlarının… Biraz zikirle meşgul oldum daha sonra çıktım odadan. Kimseler yoktu ortalıkta. Biraz kitaplar arasında dolandım. O kadar eski kitaplar vardı ki burada. Yunus Emre’nin divanı bana göz kırptı onca kitap arasında. Elime aldım divanı. Açtım rastgele bir sayfa başladım okumaya,
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Sarsıldım. Ben anlamıştım. Olay tamamen kendimde bitiyordu. Heyecanla divanı kapatıp, amcayı bekledim. Çok geçmeden geldi amca. Oturdu yerine.
-“Amca, ilim kendin bilmektir diyor Yunus’um. Ben kendimi bilmediğim için son beyitleri tam manasına eremedim.” dedim. Tebessüm etti ve
-Daha anlayacağın çok şey olacak kızım. Son beyiti tekrar oku bakayım. dedi, okudum.
“Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın. Bütün bu alem senin için yaratıldı kızım. Güneş senin için doğuyor, çiçek senin için açıyor, bir kuş sana özgürlüğü anlatmak için uçuyor… daha nice örnekler sayabilirim sana ama senin tefekkürüne bırakıyorum kızım.
-Tamam amca, ııı bu beyiti anladığıma göre kapıdaki soruyu da anlayabilir miyim?
-Ah kızım çok sabırsızsın… O soru da Galib dedene ait. Deden der ki, Aşık olan kişi sevdiğinin etrafında döner. Ancak her zaman ki gibi sevilen kişi naz eder, kendini ağırdan satar. Yani hiç sevilen yâr kendini aşığına hemen bırakır mı? O etrafında dönsün diye ışık saçar mı? Tam tersi o ışık saçarken aşık onu görür ve etrafında pervâne olur. O yüzden bir Yâr var bu alemde.
Sesi titredi Yâr derken…
Ay ben kaç saattir buradaydım. Eve dönmem gerek, yoksa evdekiler endişelenip tüm İstanbul’u ayağı kaldırabilirlerdi. Ama gitmek istemiyorum burdan. Utana sıkala;
– Amca muhabbetimizi sırlasak burada evdekiler beni beklerler.
– Aşkla kal güzel yürekli kızım. Sana bir beyit emanet edeceğim. Onu gönlüne yerleştir e mi?
– Büyük bir aşkla amca.
-“Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni/Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni”
Kapıdan çıktım ve kendimi hastane odasında buldum. Etrafımda annem, babam ve kardeşlerim vardı. Ne yâni tüm olanlar rüya mıydı? O amca hâlâ o sokakta mıydı? Aklım iyice karışmıştı. Hastanede bir gece kaldım. Sabah olunca ailemden izin alarak amcanın olduğu sokağa gittim. O mavi kapı ve üstündeki yazı… İşte burasıydı. İçeriye girdim. Genç bir bey efendi vardı.
-Hoş geldiniz, buyurun.
– Hoş buldum, ben burada sahafçı olan amcayı arıyordum. Kendisiyle görüşebilir miyim?
Biraz düşündü.
– Babamdan mı bahsediyorsunuz, o iki yıl önce vefat etti…
– İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn Allah rahmetiyle muamele etsin.
– Amin hanım efendi,siz neden arıyorsunuz ki,dedi. Ben susunca, “mahlasınızı öğrenebilir miyim izninizle.” diye sordu.
– Âtıfetkâr Hanım…
– Siz osunuz. Lütfen biraz bekleyin size bir şey getireceğim…dedi heyecanla,kitapların içinden rüyamda gördüğüm eski ve kalınca kitabı getirdi.
– Babam ölmeden önce sizden bahsetmişti yani mahlasınızdan ve “buraya gelecek sana bahsettiğim bu hanım kızım, Galib dedesinin divanını ver ona. Emanet ettiğim beyti unutmasın. Bu kağıdı da ona ver oğlum” demişti.
Ben inanamıyordum. Göz yaşlarımı tutamıyordum. Olduğum yerde kalakalmıştım. Kafamı kaldırdım. Oğlu da ağlıyordu. Kitabı ve mektubu aldım. Galata kulesine gittim. Bir banka oturdum. Katlanmış kağıdı büyük bir güçlükle açtım, kağıtta tek cümle yazıyordu;
“YÂR İLE ETTİĞİN ÂHDİ UNUTMA!”
Yazar : Âtıfetkâr Hanım
Sitemizin Sağ Alt Köşesinde Yer Alan Bildirim Tuşuna Basarak Yazılarımızı İlk Siz Görebilirsiniz !!!!
Bence güzel 😂🤍