1.Dünya Savaşı ile başlayan Kurtuluş Savaşı ile devam eden günlerdi. Bir çarpışanlar vardı bir de bekleyenler. İki tarafında hikayesi yürek yakmaktaydı.
Araştırmacı – Yazar Aydın Ayhan 1970’lerde Balıkesir’in köylerini geziyor. Çünkü o zamanlar hala Balıkesir’in köylerinde yaşayan gaziler var. Onlar ile gerekli olan çalışmalarını yapıyor. Ardından 80-90’larda tekrar gezmeye başlıyor. Bu sefer ki amacı çarpışanlar ile değil bekleyenler ile konuşmak. Savaşa gitmiş fakat gelmemiş askerler yaşamasa da onları savaştayken bekleyen eşleri, çocukları hala yaşamaktaydı. İşte Aydın Ayhan Bey bu kişiler ile konuşmak için durmuyor başlıyor dolaşmaya. 1999 Mart’ında Edremit’e gidiyor. O gün bir büyüğü ile sohbet ederken konu Çanakkale’ye geliyor. Tam o sırada söze bir genç atılıyor. “Dedem Çanakkale’den dönmüş; ama babası kalmış.” Bunu duyan Aydın Bey konuyu biraz açmasını söylüyor. Ve çocuk o duygu yüklü, yürek dağıtan o durumu anlatmaya başlıyor.
Dedemin babası Halil Çavuş o zamanlar Çanakkale Savaşı patlak verince Dedem olan Ali’yi nenemle beraber cepheye yollarlar gözyaşları içinde. Halil Çavuş o zamanlar kırk yedi, kırk sekiz yaşlarında oğlu Ali de on yedi, on sekiz yaşlarında. Ve cepheye yolluyorlar biraz üzgün ama bir o kadar da gurur içinde. Aradan aylar geçiyor fakat oğulları Aliden bir haber yok. Halil Çavuş o gün dükkanını açmış satış yapmaktayken apar topar hanımı geliyor dükkana. Bey diyor eve iki asker geldi seni sordu. Halil Çavuş beklemediği bu haberi duyunca oğlundan bir haber geldi zannediyor. Eşinin de ikazı ile dükkanı kapatıyor. Eşi ile tam ayrılacakları vakit Halil Çavuş: “Hanım, uzun zamandır yapmıyorsun pek canım ister akşama bir fasulye aşı vursan da yesek.” Der. Olur bey diyor. Sen hele bir şubeye git gel de hallederiz diyor. Ve Halil Çavuş askeri şubenin yolunu tutuyor. Daha şubeye girer girmez komutan ayağa kalkıyor. “Sen nerde kaldın? Yürü Edremitliler Çanakkale’ye gidiyor. Koş, yetiş.” Halil Çavuş şaşırıyor. İşte Çanakkale öyle bir cepheydi ki bir günde beş, on, yirmi bin asker şehit oluyordu. Normalde yirmi-otuz yaş aralığı varken gün geçtikçe yaş aralığı da açılıyordu. O gün Halil Çavuşun yaşıtları cepheye gitmiş Halil Çavuş kalmıştı. “Hemen yola çık ve kendi birliğine yetiş.” Diyor komutan. Halil Çavuş telaş ve tedirginlik içinde “Komutan!” diyor. “Eve bir koşu gideyim haber edeyim.” Hayır diyor komutan. Biz haber veririz diyor. Ve Halil Çavuş yola çıkıyor. Birliğine yetişmek için. Aradan birkaç saat geçiyor. Hava kararmış akşam olmuş. Kadıncağız evinde fasulye aşı vurmuş, ocağın üstünde fokurdamakta. Heyecan içinde gözü kapıda bekliyor. Acaba oğluna bir şey mi oldu sorusu varken şimdi de acaba Halil Çavuşa mı bir şey oldu sorusu aklını kurcalıyordu. Derken kapı çalıyor. Kadıncağız kapıya koşuyor. Halil Çavuşu beklerken kapıda haber vermeye gelen iki askeri görüyor. “Hiç bekleme kocanı, cepheye sevk edildi.” Diyorlar. Kadın perişan içinde tek başına kalıyor. Koca evde yalnız başına. Aradan aylar geçiyor. Çanakkale Savaşı bitiyor. Halil Çavuş ve eşinin göz bebeği, delikanlı genç Ali cepheden dönüyor. Halil Çavuş mu? O dönmüyor. Yıllar geçiyor. Cepheler teker teker kapanıyor. Birinci Dünya Savaşı bitmiş. Kurtuluş Savaşı bitmiş. Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş. Ama halen Halil Çavuştan bir haber yok. Ölü mü diri mi? Hiç haber yok. Ne mektup var ne de künyesi. Ama o ana bekliyor. Nasıl mı bekliyor? İlk günkü gibi. Fasulye aşı yaparak bekliyor.
“Annem ne yemek hazırlasa yanında illaki fasulye aşı hazırlardı. Her gün fasulye aşı yedirirdi. Bıkmıştık fasulye yemekten. Ana artık yapma diyordum. Olmaz evladım babanın canı çok çekmişti. Belki bu akşam gelir diyordu Anam.”
Bu hikayeyi anlatan torunu da şunu diyor. “Ben o Ali’nin torunuyum hocam. Ama nenemiz hayatı boyunca her akşam kuru fasulye pişirmiş. Kendisi ağzına o yemekten tek bir lokma koymamış. Hep bize yedirmiş. Bir şey daha söyleyeyim. Belki inanmazsınız.. Bizim evde halâ her akşam kuru fasulye pişiyor. Çocuklar bıktık diye mırın kırın ediyorlar ama.. halâ pişiyor…”
Şu dünyanın işine
Zehir koydum aşıma
Yarim Çanakkale’de
Şehit yazdım taşıma…
Bekleyenler bitmez o kadar çok ki birini daha anlatayım.
Bu sefer hikaye Balıkesir Merkezde geçiyor. Eski Osmanlıdan kalma Ali Şuuri İlkokulu karşısında bir ayakkabı tamircisinin dükkanına gidiyor Aydın Ayhan bey. Pala bıyıklı bir adam karşılıyor, oturuyorlar çay içiyorlar. Adı Cevdet olan bu dedemiz ile akşama kadar sohbet ediyorlar. Konu cephelere haliyle Çanakkale’ye geliyor. Konu Çanakkale’ye gelince ağlamaya başlıyor Cevdet dede. Hayırdır dedem ne oldu anlat diyor Aydın Bey. Anlatıyor. Ben hamileyken babam cepheye gitmiş. Ben büyümüşüm ilkokula gidiyorum ve annemi hep babamı beklerken bilmişim. Annem komşuya giderdi. Giderken bizi tembihlerdi. “Oğlum ben komşuya gidiyorum. Baban gelirse bana haber ver.” Annem pazara giderdi. “Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse aman hemen bana haber uçur.” Annem mevlide giderdi. “Oğlum ben mevlide gidiyorum. Baban gelirse bana koşarak haber ver.” Derdi. Yıllar yılı bu hep böyle gitti. Ben büyüdüm, iş güç sahibi oldum, evlendim, çocuklarım oldu ama annem bu adetini hiç bırakmadı. Bıkmıştık artık. Ana Çanakkale bitti, tüm savaşlar bitti, babam gelmedi kaldı oralarda diyordum. “Hayır evladım. Baban bir gün döner aman ha dönerse haberim olsun.” Diyordu. Annem çok yaşlanmıştı. Yatalaktı. Ama adetini hala bırakmıyordu. Gözü kapıdaydı. Başında bekliyorduk. Belki günleri değil saatleri kalmıştı. Gözleri yavaş yavaş gidiyor, kafasını kaldıramıyordu. Gözüyle bana işaret etti yaklaş der gibi. Yanına yaklaştım. Bir nefeslik hali vardı. Kulağımı dudaklarına yaklaştırdım. “Evladım, ben artık gidiyorum. Olurda ben gittikten sonra baban gelirse annem seni bir ömür bekledi dersin.” Dedi. Sonra birden gözü kapının eşiğine takıldı. Başını kaldıramayan annem başını yavaşça kaldırdı. Gülümseyerek “Geldin mi? Geldin mi? Hoş geldin… Hoş geldin!” dedi. Ve başı yastığa düştü. Ruhunu teslim etti.
Analarımız, kadınlarımız beklediler… beklediler… beklediler…
Gençliğini bilmedi
Yel bulutu delmedi
Çanakkale’den beri
Koçyiğitler gelmedi
Kaynakça: Aydın Ayhan, Çanakkale Ah! Çanakkale, Uyanış Yayınevi, 2004
Yazar : Emir Sivri